Ay düştüğünde, gökyüzü sessiz bir ağıt yaktı ve dünya, kaderin karanlık fısıltıları arasında, yalnızca korkusuzların yürüyebileceği bir yol ayrımına sürüklendi.
İsyancı grup Fíur du Ath’ın değerli bir suikastçısı olan Raeve’in işi öldürmek, emirleri yerine getirmek ve asla yakalanmamaktı. Ancak Kraliyet, Ath’ın bir üyesini ele geçirmek için nam salmış bir ödül avcısını görevlendirdiğinde Raeve’in dünyası altüst olur. Kan dökülür, kalpler parçalanır ve Raeve, Soylular Loncası’nın eline düşer. Onların gözünde o bir savaşçıdan daha öte bir şeydir: Bir mesaj. Raeve’i bu kaderden kurtaracak tek şey ölümün soğuk kollarıdır.
Yasın ağır yükü altında ezilen Kaan Vaegor, bir kralın kellesini alır ve erimiş tacını kendi başına yerleştirir. Fakat taht, yüreğindeki derin boşluğu doldurmaz.
Hiç dinmeyen acısını yok etmek için çıktığı yolculuk onu Hun’un uğursuz zindanlarına sürükler. Orada, kaderin bükülüp yeniden şekillendiği o dipsiz karanlıkta, gerçeğin dokusunu paramparça eden bir varlıkla karşılaşır: Zincire vurulmuş bir mucize.
Geçmişin yankısı, Yaratıcılar’ın sesini bile bastırır. Raeve, daha aydınlık bir zamandan yükselen hakikatleri görmezden gelemez.
Ancak…
Bu hakikatlerin altında bir sır gizlidir.
Ve bazı hakikatler yutulamayacak kadar zehirlidir.